Hepimiz için bir kez daha kollarını sıvama vaktidir. Üniversitemiz mezunlarının tüm kuşaklarına dokunmak ve onları bu güçlü çatı altında yeniden bir araya getirerek ülkemizin çağdaş ve demokratik bir düzene girmesinde ve toplum hayatımızın daha özgür, daha adil, daha nitelikli bir yaşam kurmasında akla ve ilme dayalı görüşlerimiz ve projelerimizle beraber çalışma zamanımız gelmiştir.
Hacettepe ve hastahanesi kurulurken, tam yedi mahalle dört büyük cami, mescit, medrese, tarihi konaklar, bir o kadar yatır, türbe istimlak oldu yıkıldı. Bu suretle Ankara’nın dörtte biri haritadan silindi. Sadece vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’mızı yazdığı tarihi evi yıkılmadı. Kurulan yeni üniversite ve sağlık tesislerine “Hacettepe” adı verildi.
Gelelim bu tarihi semtin öyküsüne… Bu öyküyü büyük efemiz Yağcıoğlu Fehmi Efe anlatmış. Tarih pek eski değil onsekizinci asrın ikinci yarısı.
Hacı Musa Mahallesi’nde oturan (Ağazade) adıyla bilinen Es-Seyit El-haç Abdullah Ağa İbni Salih efendinin yaptırdığı bir dersane yedi hücreli medresenin müderrisi olan ve halk arasında (Yağlı Dede) adıyla anılan, bilgisi, ilmi olan bir zat. Yattığı rüya tabirleri, gelecekten haber vermesi, ileride yazacağımız (Misket) öyküsünde de Misket’in kaderi net şekilde görüp açıklaması, adeta Ankaralı’nın sevgi ve saygısının kazanmış, gönlünde taht kurmuş manevi bir sevgili…. İleride Ankara’nın başına gelecek, kuraklık ve çekirge afetini haber vermesi ve bu hadiselerin yaşanması, Ankaralı’nın sevgisini hürmetini katlamış.
Ancak bu sevgili dedenin nerede yattığı, ne yiyip ne içtiğini, kimse bilmez, ancak çok sıkıntıda olanlara yol gösterirmiş. Ayaklarına kadar uzanan beyaz entarisinin üzerine giydiği kırk yamalı yeşil hırkası kirli ve yağlı olduğu için halk ona (yağlı dede) adını koyuvermiş… Son yılları ben de hatırlarım, bu semtin adı Yağlı Dede idi. Her ne kadar kütüklerde kayıtlarda ismi geçmiyorsa da halk bir kere bu adı koymuş, yıkılıp ortadan kalkıncaya kadar bu ad sürmüş gelmiş…
Yağlı Dede’miz yaşlanmış, öbür dünyaya göçe hazırlanırken, Ankara eşrafından Kasım efendinin hanımının gördüğü rüyayı tabir etmiş sunulan bir kese altını elinin tersiyle iterek:
– “Ben fakir kulunuzun kursağına Ankaralının bir lokması girmedi. Bunca yıl Allah için onun rızası için Ankaralıya hizmet verdik ve hayır duasını aldık. Kasım efendi oğlum bizim zevalimiz senden ve Ankaralılardan son arzum ve isteğim şu ki diyerek ve konağın pencerelerinden belli belirsiz seçilen Küçük kapı mezarlığını işaret ederek bu tepeye bana kabir yaptırmanı istiyorum, dedi ve kıpırdayan dudaklarında bir şeyler okuduğu belli idi. Boynuna doladığı yeşil fermanisini başına sardı salona tatlı bir tebessüm bırakarak aniden kaybolup gitti.
Bir hafta sonra Samanpazarı’daki Nakşibendi türbesinin demir parmaklıların önünde yeşil hırkasına sarılmış buldular.
Kasım Efendi Yağlı Dede’nin son arzusunu yerine getirdi. Pek görkemli değildi ama bir mezar yaptırdı. Ankaralılar Sevgili Yağlı dedelerine son vazifelerini yaptılar, fakat Yağlı dedelerinin peşini bırakmadılar. Onun manevi huzurundan istekte bulundular. Kimi evlat istedi kimi vuslat diledi.
Mezarının ayak ucunda ve baş ucunda çorba tasını andıran taştan oyulmuş iki çanak vardı. Bu çanaklara Anadolu’da mübarek ve bereket sayılan Nisan yağmurları dolacak, Yağlı Dedeye bir mum dikecek, dişi ağrıyan dişine sürecek, karnı ağrıyan bu sudan bir damla içecek, gözleri ağrıyan bu sudan sürecek, inanç ve imanı şu… Hacet kapısı kapanmaz… Hacet kapısı herkese açıktır… Hacet kapısı her kapıyı açar… Hacet… diye diye bu tepenin adını koyuvermişler “Hacettepe” böylece vakfiyelere salnamelere kütüklere resmen geçirilmiş olan bu yüce tepe dün de, bugün de Hacettepe olarak bütün ihtişamıyla ayakta.
Şu garip ve mutlu tesadüfe bakın… Dün Ankaralı derdine devayı şifayı taş çanakta biriken Nisan yağmurundan ararken bugün dünyanın sayılı dertlere deva, hastalara şifa dağıtan muhteşem bir hastahane ve binlerce gencin ilim yuvası;HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ…